19 Kasım 2010 Cuma

Blog'um, güzel blogum...

Ben tumblr aldım, senin pabucun dama kaçtı!
Çok özür dilerim, gerçekten. Ama orası o kadar cazip ki... Burda da 26 izleyici, orda da. Ama burası 289347 yıldır var,o daha bikaç aylık bi körpecik...

29 Ekim 2010 Cuma

John Lennon

Olm John Lennon önemli insan, şaka maka. Zaten bi o, bi de Bob Marley. Hiç tarzına uymayan insanlar bile seviyo bu ikiliyi. En türkçe pop sever insan bile seviyo. Ama bi saniye. Hayır. Kendime dur diycem, önyargı yapmıycam.
John Lennon adına para basılmış yea. Abi para verip adına para alınıcak yegâne insandır bence.
Bi de şey oluyomuş mesela. Biri alıyomuş baya 9 katını falan verip. Sonra harcıyomuş. Sonra sen sakız alıyomuşsun, sana para üstü olarak geliyomuş. Piyango çıkmasıyla eşdeğer mutluluk yaşarım, yemin ederim.

bkz: http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=186656

25 Ekim 2010 Pazartesi

O hep yok.

Öyle biri olsa ki, o hep var desem.
O öyle bi dost ki, beni hiç yarı yolda bırakmaz. Az konuşuruz günden güne; ama gerekli günde kardeş gibiyizdir.
Her şeyi anlatırım ona, diyebilsem. Hiç çekinmeden. Tüm fikirlerimi, savunduklarımı; ve utançlarımı da.
Bilsem ki, sövse de bana, nefret dolu haykırsa da, o benim iyiliğimi düşünür.
Arkamdan hiç konuşmayacak desem. Asla, asla; beni başkasına tercih etmez.
Güvenebilsem keşke.
Çocuğum, her gördüğümü istiyorum. E ama her yerde görüyorum?
Neden bendeki bu noksan yön? Niye?
Keşke, güvenebilsem umarsızca birilerine. Keşke o kimse de güvense bana. Sarılsak sıkıca.
Dolmasa gözlerim böyle.

16 Ekim 2010 Cumartesi

Tartışamıyorum.

Birileriyle tartışamıyorum. Hayır, beceremiyorum. Yani böyle sıradan tartışma değil. Duygusal anlamda benle ilgili olan bişeyleri tartışamıyorum. Hemen gözüm doluyo. Bunalıyorum. Aslında o cümleye 5952 tane cevabım var, ama hiçbirini söyleyemiyorum. Haklıyım ama olmuyo. Niye olmuyo, biri bana bunu açıklar mı?

Günlüğüme 34438538 tane "ben güçlüyüm" yazdım. Hıı günlüğüm var. Çok mal. Yazdım, biraz zırladım, biraz bulunsa da birileri vicdan azabı çeksin diye bişeyler yazdım. Güçlüyüm yazdım. Bok güçlüyüm. Ya keşke bişey olsa. Nolsa bilmiyorum. Bişey olsa.

Moulin Rouge (2001)

Oyuncular: Ewan McGregor, Nicole Kidman, John Leguizamo, Jim Broadbent

imdb puanı: 7.7 (allah belanı versin imdb.)

Çok eğlenceli, çok hüzünlü, çok hoş film. Cidden. Klasik aşk hikayesi mi, evet. Ama yorumlanışı, yarattığı his, harika. Soundtrack'leri, muhteşem.
Nicle Kidman, fahişe. Ewan McGregor, fahişeye aşık fakir oğlan. Ewan McGregor'ın aşığı daha bi güzel  Leguizamo'nun boyu garip şekilde kısa. Broadbent desen, hiç Slughorn değil. Smeels Teen Like Spirit'te dans eden fahişeler mi beni daha çok etkiledi, ne zaman söylenir ki diye beklediğim Show Must Go On mu, yoksa Rozanne'in deli gibi duygusal versiyonu mu; bilemiyorum. Ama gerçekten, harikaydı. İzleyin olm.

14 Ekim 2010 Perşembe

Muzaffer İzgü, yaktım çıranı!

Ah be Muzaffer İzgü, neden yaptın bunu? Neden Anneannem serisiyle boyadın cücük çocukların gözlerini? Neden benim yazabileceğim, bestseller olabilecek bi kitap serisinin önünü tıkadın? Hem benimki daha ilgi çekici olucaktı. Daha reelist. Karanlık edebiyat gibi böyle. Ne biliyim. Ama sen naptın? Sen annaneyi bi idol yaptın. Oysa benim hikayelerim öyle trajik ki... Şimdi yazsam, senden mi, yoksa Kemalettin Tuğcu'dan mı esinlendim, emin olamaz kimse.

Ben çok gribim kaç gündür. Bi de bana noldun diye sor dimi? Yok tamam, nazik değilsin; ama öküzlükle naziklik arasındaki çizgiden de taşmasan? Ama yok. Hadi gelmedin eve, e yemek getirince bi sor? E gözümdeki dana arpacığı fark et? Ama yok. Bahtsızım. Ve allahtan, vicdansızım. Yok lan değilim. Yine bikaç gün histerik ağlamalar falan, sonra yine her geceki rutin gece ziyaretleri. Duvar suratına bikaç öpücük. Çünkü, ölürsen vicdan azabından yaşayamam. Yani, bencilim. Senle bi ilgisi yok. Rahat ol...

12 Ekim 2010 Salı

Sosyofobik

Bugün müzik kulübü vardı. Evet, bunun hakkında yazıcam. Olm okuldan kim okuycak ki bunu? Yok, sıradan bi 10. sınıf öğrencisinin boktan yazılarını çok kişi okumuyo. Hısım dostlar okusa, sorun olmaz zaten.
Üflemeli sazlar da güzel diğmi azizim. Ben seviyorum. Ben her birine ayrı aşığım. Ama esprisi fena oluyo. Mesela bi saksafon, küfre daha müsait. Şekil açısından. Hem saksafon çok seksi alet, onu da not düşelim.
Hayatım boyunca asla ortamlara atlayan, böyle yavşak mı denir ona, öyle bi insan olamıycam. Allah da beni kahretsin. Aslında ölüp gidicez, nedir o zaman bu? Bunu sık sık düşünüyorum. Diyorum ki, içimde kalmasın lan. Ama yıllar boyu içinde birikmiş bi özgüven sorununu bi anda çözmek çok zor. Rezil olmak da var işin ucunda. Ruhum çekingen.
Ve son olarak, şu resme bi bakın. Google'da 'sosyal fobi' diye arattığımızda çıkan 3082472 tane resimden biri. Allaşkına, gözleri böyle olan bi insan niye sosyofobik olsun canım?!
*Birileri okur da rezil olurum diye editledim lan. 

7 Ekim 2010 Perşembe

Dünyada hippiler var!




Ben çoğunlukla üşenmem. Yine üşenmedim, size deviantart'dan 'hippie' sonuçları getirdim. Dünyada hippie diye etiketlenmiş garip insanlar var.  Ayrıca benim bu insanlardan çıkardığım ana fikir, kafaya bişey bağlanmadan hippie olunmaz. Bi defolun gidin ulan.

3 Ekim 2010 Pazar

Film: Big Fish (2003)

(möhim)Oyuncular: Ewan McGregor, Helena Bonham Carter, Danny DeVito.
Directed by Tim Burton! (kadroya bak lan)
IMDb paunı: 8.1 (kafalarına sçyım ben bu puan verenlerin. before sunrise'in puanı daha yüksek.)

Bu Tim Burton nasıl bir insan ki, her filmi beni bi hoş yapıyo'. Ayrıca bu nasıl bir insan ki, Helena'yla bi bütün oldu. Ayrıca Ewan McGregor nasıl bir insan ki, kendisine tapıyorum.
Çokoş bir hayal dünyasına adım attığımız bu caanım filmde, yine gözyaşlarına boğulur Deniz. Ah Ewan McGregor ah... Ayrıca Ewan'ın çocukluk arkadaşı olarak da Miley Cyrus'u görüyoruz. Allah kahretsin Miley Cyrus'u.
Güzel film. Ben olsam izlerim.

Ayrıca resim de koyamadım, çokoş oldu.

23 Eylül 2010 Perşembe

Hayat beni şaşırtır.

  • Lan her şeyi buraya yazmıycam artık. 15 izleyicim var ama okunuyo yani. Sırlarım dedikodularım ortaya dökülüyo. Net ortamından zaten korkuyorum. Yok yea korkmuyorum artık. Korkunun ecele faydası yok. Hepimiz ölcez.
  • Bidaha da birine tiki dersem, iki olsun ulan!
  • Bu sene çok hırslıyım. Polinom çalıştım mesela demin. Bu sene çok fena inek olcam.
  • Kalitesiz mouse pad de çok sıkıntılı ya. Kenarından kıvrılıveriyo ya. O üstündeki plastiği ayrılıyo ya zeminden. Ben çok üzülüyorum.
  • Bunu yazarken gözüme habire 'kazanç sağlayın' kısmı takılıyo. Lan aklım fikrim olayı sermayeye dökmekte.
   

Millet, bu Kim Noorda. Çok kıl olduğum için, bu ünlüyü burda öneriyorum. RPG ile ilgilenen birileri varsa, tepe tepe kullansın. Çünkü şu an çok sinirliyim. Bu kadar.
Ayrıca Frida kadar olmasa da, çok taş yahu!

21 Eylül 2010 Salı

Henee.

  • Okul da başladı. 10 olduk. Ama hiç 9 ezmedim. Hiç waffle yemedim, Abercrombie'nin nasıl telaffuz edildiğini hiç öğrenemedim. Bunlar benim için korunması gerkeen değerler. Hala komünist olabilirim yani, evet.
  • İlacım yere düştü dün akşam. Ve kayıplara karıştı. Bizim evde eşyalar düşünce yok olur.Işıldakla, pul kadar ilacı aradım. Bide sayılıymış ilaçlar. Herifler cimri abi. Ha biraz daha koy içine, ölür müsün? 9 ilaçla düzelemiycem. Annem yenisini alşırız dedi. Ben de para sı.ıyoruz zaten dedim. İyi demişim he.
  • Ben çok önyargılı insanım ya. Birinin sevdiği müziği görmeden karar veremiyorum mesela. Ya da iki geyik yapmadan falan. Biri düğüne falan giderken abarttıysa halini, kendisiyle derhal ilişiğimi kesiyorum. Bu mu en yakın arkadaş formülü lan?
  • En çok da, sadistçe sevinmeyi seviyorum. Ama hayır, deşifre edemiyciiim burda. 
  • FS kapandı benim. Ama içimde de ufak bi heyecan. Acaba sütyenci sapık (ice truck killer gibi oldu lan) neler diycekti? Genzimde bi yerde o merakı taşıyorum. Evet. Tam geniz galiba ora.

17 Eylül 2010 Cuma

Gözlerim kan çanaaa.


  • Bugün bizim 2. muhabbet kuşumuzun fotoğrafını çekmeye çalıştım. Ama zor oldu. Tabi bi elimde, içi çekirdek dolu kapta fantezi yapmaktaydı. Ondan yakalayamadım ânı. Bu da devaintart'tan temsili.
  • Bugün yine babanne anım var. Ama yazmıycam. Utanıyorum.
  • Ben geçende Alpay Erdem'in herkesin yazdığını bişey yaptığı (hayır, bilmiyorum adını. gönderen görünerek alıntı gibi bişey.) bi anda kendisinin Twitter'ına bişey yazdım. Umduğumu bulamadım. O günden beri sigara bağımlısıyım. Dertliyim.
  • Formspring'im yeniden aktif. Çünkü kıçımda pire var benim, duramıyorum. Abi yeni gelen soruların yarısı sütyenimle ilgili. Ben anlamıyorum. Ya hepsi farklı anonim, delinin biri kuyuya taş attı misali. Ya da manyak bi sapığım var. Ya da her gece uykularımı kaçıran o sapık(lar) durmuyor, harıl harıl çalışıyor! 2 yıl önce yaptığım hata, bana sütyenli sorular olarak mı geri dönecekti Allah'ım?!

16 Eylül 2010 Perşembe

Duman

En büyük tutkularımdan biri. 

Havaya süzülürken tüm ihtişamıyla, avuçlamamak için zor tutarım kendimi. Kendi kendine yaptığı burgular, kavisler; tam anlamıyla gizem. Ve mucize. Sanki, Tanrı'ya inanmak için var. Tanrı'ya ulaşmak ya da. Bilemiyorum. Ben yalnızca, büyüleniyorum İzlemeye doyamıyorum. Gözlerim önünde, gerçeklik akıyormuş gibi. Ulu derelerden akan buz gibi su ya da. Havaya karışan önemli her şey gibi. Zaman gibi.


Bugün de bir sopa yaktım. Söndürdüm. Kaldırdım havaya. Ve izledim. Siz izlemediniz mi o mavi uçuşu? Bakmış ama görememiş olabilmeniz de muhtemel. Herkesin ağzında bi' sigara, doğaldır elbet. Müptela olsam dumana olurdum. Ama odunlardan bi' tanesini tercih ettim yalnızca. Saten gibi, ya da ipek, uçuşan o çizgileri gözlerimle izledim Parmaklarımla dokunmak istedim saflığa. Dakikalarca. Başaramadım. O an hüznü de yaşadım. Sopa benim etrafımda dönünce, kendimi güvende hissettim. Seslerden torpilli gibi. Burnuma dolan yanık kokusu beni koruyordu sanki. Ve üşümedim. Genelde hep üşürüm, ama ısıttı beni. Esrarıyla boğdu. Bilinmezliğiyle sarmaladı. Ve uyuttu beni. Karanlık bir sise uyuttu.

10 Eylül 2010 Cuma

Yekamee yekameee.


Bugün arkadaş buluşması vardı. Arkadaş buluşması genelde YKM önünde gelişir Ankara'da. Ve ben hep geyik olan taraftayım, evet.

YKM önünde arkadaş beklemek bi' sanat.
İnsan her şeyden önce hırsız olmalı. İnsanlar arkadaşına kavuşup, kendini savunmak adına gölgeye sığındıkları ufak barınaktan -yuvadan- çıkıyo ya, o an çok önemli. Hamle yapacak doğru anı seçmelisin ki, hem o sığınağı bir an önce kapmalı, hem de 'ben çok hevesliyim hatta gölgeye koşuyorum' imajını yaratmamayı becermelisin. Bıçak altında dolanır gibi. Çok mühim o ince çizgi.

Kavuşmaları izlemek de tadılması gereken bi' deneyim. Çok bekleyen insan, o anı izlerken özlem duyar. Orta yaşlıysan ve bi' soluklanmak adına en konforlu banka oturup günümüz gençlerine "n'olcak bu ülkenin hali" bakışları atıyosan, nostalji olabilir. Odun gibi duygusuzsansa yapmacık geliyo. Deneyimledim.

YKM önünde bekleyen insanla arkadaş olunur. Çünkü bilirsin ki; o vaktinde gelen, gelecek insandır. O yamuk yapmaz. Bekletmez. Temizdir o. Ve gururlu. Ergenliğinin en parlak vakitlerini yaşamakta olan insanı, YKM'nin tencere tava reyonunu gezmeye zorlayacak kadar zalım değildir en azından.

8 Eylül 2010 Çarşamba

I have a dream. Free at last...

Hayır, bu alıntının konumuzla bi' alakası yok. Benim bi hayalim var, ama kesinlikle dünyayı değiştirecek, güzelleştirecek bi fikir değil. Kafa dengi birilerinin bu sokağa taşınmasını istiyorum.

Apartmandan, yan apartmandan, karşı apartmandan; ne zaman biri taşınsa, hayallere dalıyorum. Keşke, diyorum, böyle yaşıt birileri olan biri taşınsa. Geyik yapabilse. GNR'nin adını da duymuş olsa. Belki Don't Cry'ı bilse. Syd Barret'ı tanısa, glam nedir haberdar olsa... Ama yok. Hep 3+ çocuklu aileler taşınıyo. Kadın türbanlı oluyo, çocuğunu sokağa salıyo. Bide çocuklar hep ufak. Doğurup doğurup geliyolar anasını satiim. Lan bi durun, şu çocuklar da büyüsün, çocuklar da çevrenizdekiler de bi gün yüzü görsün. Ama yok. Akılları fikirleri oynaşta. Ben anlamıyorum.

Şu anda karşı apartmanda bi daire boş. Evet, ilan ediyorum. İsteyen varsa gelsin buraya taşınsın. Yeter lan. Tak etti lan. İndirim konusunda yardımcı olucam. 3+1 kombili.

7 Eylül 2010 Salı

Pet şişe

Axl'ın kafasına atılan pet şişeleri anlamıyorum. Başta yazmıycaktım bu konu hakkında, ama oldukça pasif olduğum ama her cümlesini okuduğum forumdaki ateşli tartışmalar gaza getirdi. Valla benim bi suçum yok.
Abi sen o konsere gliyosun. Niye? GNR seviyosun. Sen madem GNR seviyosun, sen bu Axl'ın huyunu biliyosun o zaman. E o zaman ne bu şiddet be abi? Ben olsam değil bir, iki dört dokuz saat de beklerim. Orda sen GNR dinliycen abi, boru mu?! Neden yapıyosun bunu kardeşim desem, cevap da belli. Slash'ten oluyo abi bunlar. Millet zaten çok-sivri-dilli-patavatsız-saldırgan Axl'a kıl, patladı tabi. Ama ben çok sinirlendim. O şişeleri bi şeyler* yapmak istedim.
Saygılar.

5 Eylül 2010 Pazar

Babannem ayıp konuştu

Bugün bahçede yemek yedik. Bizim bahçede çok şey olur. Salatalık domates vb. Babam, babannemin arkisi* Emine teyzeye bir saltalık kopardı, ikram etti. Ortamda sadece bayanların olduğu bi anda, babannem salatalığı alıp tipine baktı. Kaldırdı havaya, 90 derece açı verdi. Ardından o kelime düştü dudaklarından. "Taşak." Babannem böyle konuşurken, genlerimden gelen bu edepsizliği hangi boyuta kadar koruyabilirim ki?

4 Eylül 2010 Cumartesi

Tavlacı deniz.

Bilen bilir, ben pek iyi tavla oynarım. Feysbuk’ta tavla oynamak da çok sevdiğim şey.

İlk olarak, insanın egosu tatmin oluyor. Bir dönem profil resmi olarak 11 tane Axl Rose’lan 1 tane Deniz Ç. resmi kullandığım bi foto vardı. O varken, hiç kimse oynamıyodu benle. Tabi, turuncu sakallı pzvnk kılıklı bi insan sonuçta. Ne zaman ki unisex ismim nedeniyle insanların kafasındaki soru işaretlerini kaldırarak ‘ben kızım’ fotosu koydum, o zaman herkes bi oynadı benle. Puanlarımı bi katladım. Açıkçası egom da parladı biraz.

Ama orası çok kültür mozağiği (nasıl yazılıyo lan bu?), o çok ilginç. Bi keresinde Fight Club avatarlı insanla oynadım. Bi keresinde de Fırat avatarlı. Bi keresinde de GNR dinleyen! Şöyle ki ismi Timuçin Bulbudak gibi yaratıcı isimler olan arkadaşları bulup bakıyorum neyin nesiymiş diye. Deniz Ç. dünyada 20304782 tane olduğu için, içim rahat.

Demin de, kel bir adamla oynadık. Yendim bunu ben. (Sakalından utan be!) Aşkta kazanıcaksınız deid. Lan, ne iş amca dedim. Sen hem sovana dönmüşsün, hem bik bik ediyosun dedim. Yok, demedim. Rövanşta da yendim, kapattım.



* Bu, Babanne Kaosu ve İncirli'de Sol Propagandası, tumblr'ımdan alınmıştır. Orda okumuş olanlar amelelik yapıp bidaha okumasın.

Babanne Kaosu


Bilen bilir, benim bi babannem var. Bizim üst katta yaşıyo. Doğduğumdan beri. Bakmış bana vakt-i zamanında falan. Bi de bilen bilir, ben Kıbrıs’a gittim. Konser şeysiyle falan. Bugün de bu konseri yayınladılar demin. Babam dedi babanneni çağır, izlesin. Tamam dedim. Bi’ de mutlu oldum inceden. Çünkü benim babannem beni hiç beğenmemiştir, 4 yıldır çaldığım müzik aletinde de bi bok beceremediğimi düşünmüştür; çünkü hiç bi çal bakalım dememiştir. Bu babannem izledi ilk. Sonra kalktı ve komşusu Aysel Teyze’ye gitti. Ben böyle şeylere üzülürüm arkadaş. Nerdeyse babam kadar sakalı olan Aysel Teyze’yi bana tercih etmesi, koydu. Bidaha da bok çağırırım bişeye. Of.

Tabi bundan size ne? Ama nereye yazayım arkadaş. Feybuk’a yazayım da cümle akraba hısım ahbap mı görsün? Görmesin. Açıp burayı okuyosa da helal olsun, ne diyim.

İncirli'de Sol Propagandası

Bilen bilir, ben İncirli’de oturuyorum. Geçende de ben babannemin üzüm, kayısı gibi hayati ihtiyaçlarını kaşılamak adına babamla sebze pazarına gittim.

İncirli’de oturuyorum dediğimde, istisnasız herkes “ora nere lan” der. Ben de derim ki Keçiören’e bağlı. Ama hemen de not düşerim “Ama ben Keçiören’den nefret ediyorum.” Neden? Çünkü Keçiören sofu, dinci, yobaz bir semt. Çarşaflısı türbanlısı eksik olmaz. Tayyip zengin olmadan önce, o da eksik değildi. Ama ben ne göreyim? Pazarda genç genç insanlar, ellerinde “Sol” isimli gazeteyi tutuyorlar, satıyorlar. Allahım, beni nasıl bir umut aldı, nasıl. Böyle bi’ mutlu oldum. Babam aldı gazeteden falan. Gayet sağlam, hoş. Zaten babam söylerdi benim hep, İncirli eskiden sağlam bir yerdi diye. Eskiden İncirli’nin girişinde beklerlermiş, faşoları almazlarmış falan. Öyle bir döneme ev sahipliği yapan caanım (hayır, çok da caanım değil şimdi) semtimin halini görünce içim acırken, bu gazete mutlu etti biraz. Umut verdi.

Pearl Jam

Pearl Jam severim. Yani birkaç şarkısını dinledim, bir Facebook testinde yıllar önce Eddie Vedder çıktım, Into The Wild filminin müziklerine bayıldım. Yalnızca o kadar severim. Ama Pearl Jam'in benim hayatıma girişi, hoştu.

Biri vardı. Bir abi. Şarkılar gönderirdi bana. GNR konuşabildiğim ilk insandı. Even Flow, Alive, Black ve Jeremy. Bu dörtlüyü göndermişti bana. Çok sevmiştim. Hala o 4 şarkıdan birini dinlediğimde, sanki yanımdaymış gibi hissediyorum. Hayır, anlatım bozukluğu yaptım. Şu an yanımdaymış gibi değil; o zaman yanımdaymış gibi. Çünkü aslında öyle biri yok. O öyle biri değil. Şizofren değilim.

Müzik zevkimin içine çöreklenmiş bir insandır kendisi. AC/DC'yle de o zaman tanışmıştım. TNT. Bi kere de Secret'ı çok aramıştım. e2'de Dexter reklamında çalardı. Bulamamıştım. Sonra bigün alınan dosyalar'ımı elerken bi baktım, bu şarkı. Allam nasıl seviniyorum ama. Koşuyorum evin içinde. Sonra bu ben yolladıydım dedi. Benim için öyle biriydi işte. Ama aslında yoktu. Hayır, gerçekten şizofren değilim.

2 Eylül 2010 Perşembe

Ben bigün maça gittim.




Ben maça gittim bugün, evet. Çok keyifliydi, anlatamam. Bir Çin takımı bu kadar boktan olabilir. Çin'i boy sırasına sokmuşlar, en uzun 5'i sahaya sürmüşler gibiydi. Zaten 47 sayı fark yediler. Sinan olsun, Ömer Aşık Olsun, Semih olsun, smaç yapan ellerinden öperim.
Ama tabi, hep yaptığım gibi olayın farklı noktalarına dikkat çekeceğim.
En ucuz bile 44 lira. Ben de memur çocuğuyum. Bu 44 liralık yer tam köşe oluyor. Balkonun kenarı. Neyse, Allahtan orda en öndeydik. Ama ortam nasıl boktan, nasıl boktan. Binayı bitirememişler, belli. Daha alçılıydı duvarlar. Kablolar dışarda. İnşaat mod on.
İçeride kuşlar uçuyo'du. Yabani güvercinler. Cidden bak. Biz bide yukarda oturduğumuzdan, saçımı sıyırıp pike yaparak karşıdaki spotların arasına giriyordu. Bizim yaptığımız organizasyon da böyle olur.
Bi de birbirine vurulan o balonlar. Zbuv, zbuv, zbuv! Kafama sçtı. Millet bişey izlemeyi bilmiyo yea.

Ve bir de, yanımızda oturan teyze vardı. Sanırım onu maçtan daha fazla anlatıcam. Şişmandı. Ayağında pembe Nike'lar vardı, ama bunu hak etmiyordu. Maçı izlemiyordu bile. Habire Hido diye bağıran şişman bir oğlu vardı. Şişmanlardı. Garip diyaloglarına kulak misafiri oluyordum. Bi ara bize döndü (Rusya-Yunanistan* maçında) "Bizim düdüğümüz vardı," dedi. Şaşırdım. Övünüyor muydu? "Aldılar kapıda. Ama Yunanlılar davul getirmiş. Yabancı oldukları için bişey demediler tabi." Tombik parmağıyla davulu işaret etti. Kırgındı. Oyuncuların kafasını karıştıracağını düşünememişti zaar. Kafa sallayıp bir koltuk yana kaydık. Babamla çok eğleniriz. Bu yüzden, Rusya taraftarı olup eğlendik. Biz Rusya'yı alkışlarken, tombul oğluna şöyle dedi; "Yunanlarla savaşmış mıydık? Rusyayla da savaştıydık." Dedim, çüş lan. Yunan lan. Düşman lan. İlkokul 3'ten terk olduğunu düşündüm. Neyse, o maç bitti. Bizim maçın sonlarına doğru, düdüğünü anımsayıp hüzünlenmiş olacak,"Davullular gitti," dedi bana doğru. Gülümseyip başımı çevirdim. O insan annem olsaydı, intihar ederdim, diye düşündüm.

Zbuv.

Çok sıkıntılı.

  • Tanışma evresinden nefret ediyorum.
    İnsanlara 'ben biraz asosyalim' dediğimde, çoğu inanmaz. Birazı da inanır, yalan değil. Ama sebebi şu; tanışma evresini geçtiğim insanlarla çok eğlenceli bi' tip oluyorum. Konuşkan, geyik şamata gırla. Ama yok arkadaş. Tanışamıyorum. O ilk tanıştığım günler o kadar sancılı geçiyo' ki. Ne desem şimdi. Özneyi nerde kullansam bile diyorum. Yok lan o kadar demiyorum. Neyse işte, zor oluyo'. Bu yüzden bunu okuyan yabancı bi insan varsa, tanışsın lan benle. Ben yapamıyorum çünkü.
  • Hava soğuyunca çok sevindim. Kızlar yazın devamlı bakımlı olmak zorunda ya, ben çok sinir oluyorum buna. Üşeniyorum da biraz. İçim rahatladı. Hayır, kesinlikle kendimden utanmıyorum.
  • Ramones dinliyorum. Bakalım nolcek.
  • Maça gitcem bugün. Bakalım nolcek.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Albüm: The Final Frontier (2010)


Iron Maiden albümlerini sonuncudan başlayarak dinlemeye karar verdim. Şarkıların yarısını, albümlerden bihaber dinledim zaten. Nizami bir değerlendirme yapma niyetindeyim bu sayfada.
Albüm... Bilemiyorum. Mother Of Mercy ve Coming Home sevdim yalnızca. Daha iyi işler yapabildiklerini de bildiğimden, beni doyurmadı albüm. (Oha orijinal eleştirmen cümlesi kurdum.)

Albüm: Skull Ring (2003)



Iggy Pop'u rüyamda bi' çıtır olarak görmüştüm. Genç, çıtır bir rock&roll bebeği gibi. Trainspotting'in hemen ertesi günüydü. Film neden öyle bir şey yarattı bilinç altımda, bilmiyorum. Uyku sersemi gerçekten düşünmüştüm, öyle miydi lan diye.
Neyse, bu da böyle bi' anımız.
Albüm o kadar hareketli ki, bir ölüyü bile diriltebilir. Özellikle Superbabe ve Private Hell çok hoşuma gitti. Private Hell'deki keskin ritim öne çıkarken, bir anda yumuşayan sesle 'parivate hell' denmesi... Cümle de kuramadım. Neyse, hoş yani.
Little Know It All, daha önce de zilyon kere dinlediğim bir şarkıdır. Tatilden dönerken, 6 saatin en az 2 saatinde bu şarkıyı dinledim. Tam yol şarkısı, ama bana biraz ergen grup şarkılarını anımsatıyor. Aaa fark ettim de, Sum 41 destekliymiş. Eh, tabi öyle olur.
Rock Show. Oha, ne fırlama şarkı. Klasik Peaches etkisi. Albümle tamamen bağımsız.
Motor Inn. Çok iyi. Birazdan Peaches albümü indireceğim sanırım.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Film: The Boy In The Striped Pajamas (2008)



imdb puanı: 7.8


Çok çarpıcı bir Yahudi propagandasıyla karşı karşıyaydık, evet. Nazi Almanyası'nı eleştiren o bir dizi film gibi. Ama itiraf ediyorum, salya sümük ağladım. Zaten her filmde ağlarım nerdeyse -Harry Potter buna dahildir mesela- ama bu film ağlamayı hak ediyordu canım!
Lupin'imizi pis asker rolünde görüyoruz. Gerisini de tanımıyoruz. Ama finali çok iyi noktalanmış, amacına yeterince ulaşmış bir film diyorum. Tebrik ediyorum, başarılarının devamını diliyorum.

Frida goool goool gooool!







Allam sen aklıma mukayet ol. Hayatımda görüğüm en güzel insan dantellere bürünmüş. Bayılıcaaaam.

Okumak.

* Şu an okumak için o kadar çok sebep var ki: Para, kariyer, şöhret... Ama bence kızlar için en makul sebep, ağdacı olmak istememek. Sırf ağdacı olma ihtimalimi en aza indirgemek için okuyorum.

* Ya bu millieğitimin yaptıklarından ben bıktım. Şimdi onlar bilmeden, şu ben denizi bir çıkmaza daha sürüklediler. Veriyolar kitapları abi elimize, üzerinde bir çizik dahi olmayan bir kimya kitabı mesela. Şimdi sene bitti, ben bunşları napsam diye düşünüyorum. Gıcır gıcır kitap yau. Fakire de verilmez. Mübarekler zengine fakire veriyo zaten bok gibi kitabı. Of. Nasıl bir açmaz bu Tanrım.

* Bi önceki yazımda biraz derdim var demişim ya. Yok, benim çok fazla derdim var. İlk arkadaş buluşmasında sigara işcem. Yok yok şaka, işmiycem. Ama içsem içilir.

* "Gururluyuz Güçlüyüz, Ankaragüçlüyüz" Geçmişe duyduğum özlem içerisinde kesinlikle en çok beni kendine çeken kısım.

29 Ağustos 2010 Pazar

Çüş.






İlan ediyorum, bu kız benim gördüğüm en güzel kızdır, bayandır, insandır falan.

Gece Güneşi

* Bilen bilir, benim bir romanım var; Gece Güneşi. Geçen sene Türkçe proje ödevi için yazmıştım kendisini. Konusu ise bi' hoş, ama burda deşifre etmeyi düşünmüyorum. Rezilliğimi belli etmemek adına. Yeni eğitim öğretim yılına tam gaz bir düzen içidne girebilmek için, bütüm kütüphanemi ve bilimum kırtasiye malzemesi bulunan dolaplarımı boşalttım. O romanı buldum. Romanın kapağı bile vardı. Berfin yapmıştı onu. Ben Littleflair'dim görünüşte. Evet, evet. Kitap karakterlerinden biriydim. Onu bulup okuyunca, yaşadığım şeylerin boktanlığıyla bir kere daha yüz yüze geldim. Ama zırlamadım. Kendimi feleğin çemberinden geçmiş gibi hissediyorum çünkü. Nerdeyse kötü alışkanlık edinecek kadar derdim var gibi. Yok lan abarttım, daha o kadar yok. Ama biraz da var hani.

* Ben hep basketbola, basketbolcuya ilgi duydum. Şu an karar verdim de, basketbolcuyla sevgili olmak ne deli olur. Çünkü öyle büyük birisinin benim gibi küçük birini sevmesi fikri çok cazip, dimi? Sübyancı RP karakteri isteğimin temelinde de bu yatıyo aslında.

* Şu an Aeon Flux diye bi film izleniyo TV'de. Charlize Theron siyah saçlı olunca çok taş olmuş.

* Bi sitede daha dikiş tutturamadım. Mitoloji RP sitesindeyim an itibariyle. Bakalım nolcek.

27 Ağustos 2010 Cuma

Film: Taxi Driver (1976)


Evet, bu blogda engin tecrübe, tavsiye, fikirlerimi patlaştığım ilk resmi yazıyla başlamak istiyorum. Selamlarım herkesi.

Taxi Driver.
IMDB puanı: 8.6
Oyuncular: Robert De Niro, Jodie Foster.
Yönetmen: Martin Scorsese

Filmin kapağını ilk gördüğümde, yaşadığım duygu selini size anlatamam. Robert De Niro taptaze, gerçek anlamda karizmatik. Zayıf. Hatta cılız. Jodie Foster direk bücür. Daha da taze. Kıyafeti göz alıcı. Ve bu ikilinin bulunduğu bir film işte, ne beklediğimi az çok tahmin edebilirsiniz. Filmi teknik sorunlardan ötürü dublajlı izledik. Evet, fena hata, biliyorum. Ama inanın bana, filmin tüm boktanlığını örtbas edecek kadar çok eğlendirdi bizi. Evet, boktandı. Jodie Foster filmin yarısında yoktu zaten, nerdesin be abla modunda onu beklemeye koyulduk bi' yerden sonra. IMDB puanını, bu iki güzide insanın fanlarının falan sağladığını düşünüyorum. Zaten boktan olduğundan, dublajlı izlemenizi tavsiye ediyorum. Özellikle arkadaş grubuyla izlemenizi, son 10 dakikada kahkahalarınız ve hayatınız boyunca unutmayacağınız geyiklerle baş başa kalmanızı istiyorum.



15 Ağustos 2010 Pazar

tumblr

Tumblr dediğimiz şey bana zor geldi, kendi bloğumun ağas olmaya karar verdim. Bi haltyazamadım orda. Dikişi tutturamadım. Sevgili blog, senin pabucunu dama attığım için çok çok özür dilerim.

Şu an başka bir bilgisayarda, bir dizüstünde, yazmaktayım bu satırları. (Oha bu cümle tam tatil anlatanların cümlelerinden oldu.)

Bu yaz bok gibi. Evet söylemekten çekinmiyrum. Bok gibi. İyice asosyalim. İyice ergenim. Bunun yanı sıra çevremdeki insanlar benden daha ergen. Habire flörte kafaları çalışıyor.Oha flört dedim. Yok abi bence ben ergen değilim, bildiğin 50lerimdeyim.

Uzun lafın kısası, bu tatilden de umduğumu bulamadım. Bilgisayarıma kavuştuğumda daha ayrıntılı yazacağım bunlar. Hadi adios.

4 Temmuz 2010 Pazar

Delik

Bendeki böcek fobisi o kadar hat safhada ki, banyo tavanımızdaki deliği böcek -dev tarantula- sandım ve sıçradım elimi yıkarken.
Evet, banyomuzda delik var. Çünkü babannemin evi tadilatta ve işçi onun banyosunu yıkarkene, elinin ayarını kaçırıp bizim tavanı da deldi. Tam klozetin üstü. Evet, s.çarken babannemle muhabbet edebilicez artık, yaşasın.
Bide ben öyle salağım ki, tam banyo manyo kullanıma kapalıyken içtim iceteamango'ları. Ama nasıl içtim, öyle böyle değil. Şimdi biraz çişim var, tuvalete de gidemiyorum. Napıcam hiç bilmiyorum.
Banyodaki bi' delik de insanın canını çok yakıyo arkadaş. Şimdi ilk etapta, bastığımız yerin (toprak diyerek geçmiyoruz bu arada) ne denli ince olduğunu gördüm. İki tepinsem alt kat komşusunun kucağında olabilirim yani. Hayali de bi ilginç oldu, neyse. İkincisi de, böyle nerden geldiği belirsiz gibi, yetim öksüz gibi bi ışık sızıyo içeri. Özellikle gündüz, çok acayip. Böyle nur inmiş gibi. S.çarken utanıyo insan.
Bu kadar da sövmeli mövmeli yazı yazdım. İnşallah aile büyükleri, öğretmenler falan okumamıştır. Biraz da tırstım şimdi. Okudularsa, her bir "s.çmak" fiilini "boşaltım yapmak" olarak sansürlesinler kafalarında. Ama bence fazla da kurcalamasınlar. Sonra sigaranın üzerindeki çiçekler gibi olur çünkü.
Ayrıca ben öyle de bir kurnaz insanım ki, bu "Delik" isimli yazıyı saat 23.57 gibi bi tarihte yazıp, sonra editledim. Maksat, 4 Temmuz günü yavan görünmesin. Bir mini çakalım ben.
Sevgiler.

İdoller

Gençliğin gözdesi olmuş insanlardan bahsetmek istiyorum. Özellikle rock/metal dünyasında.

İlk aklıma gelen Ozzy Osbourne şüphesiz. Benim de idolüm, ben için de çok özel. Hani idolüm dediysem, sahneye çıksam bigün civciv ezmem tabi. Müziğinden hoşlanmadığım biri bunu yapsa, kesinlikle cani gözüyle bakardım. Bu durumda bariz şekilde taraflıyım o zaman, dimi?
Ozzy Osbourne diyoduk. Ozzy kimlere ilham kaynağı olmamış diye düşünüyorum. Bana bile oldu falan. Yok, henüz olacağı bi' şey yapmadım. Ama kesin olur. Ah be, neden okul açılınca geliyor?

Aslında olay sadece Ozzy değil. Biz -ben demiyorum, cidden biz- bir şeyleri öylesine seviyoruz ki, önceliklerimizi tespit etmekte güçlük çekiyoruz. Mesela ben Axl Rose'un hayatını, birçok Türk büyüğünden, ya da ciddi ilim adamlarından -evet, ilim- falan daha çok biliyorum. Annemin hayatından daha çok biliyorum lan! Ama bir yandan annemi daha çok seviyorum. Eh, bi zahmet. İşte bu garip biraz. Gerçek anlamda sıkı fan olabilen biriyim, ki seviyorum da bunu. Guns N' Roses hakkında bulduğum her şeyi okumak,izlemek, dinlemek, İngilizce yazılardan bile bir şeyler çıkarmaya çalışmak, araştırmak hoşuma gidiyo' mesela. Ama bazen de sorguluyorum işte böyle.

Mesela bi' de şeyi düşünüyorum, size de oluyo' mu acaba. Şimdi ben bu rock/metal işlerine kuzenlerim sayesinde sardım, etkilenme yani. Ki herkeste böyle başladığını düşünüyorum ben. Birinden duyarsın, dinlersin, beğenirsen sararsın. Sonra kendin geliştirirsin falan. Mesela kuzenlerim Eminem fanı olsaydı, o zaman ben nolurdum? Oha yok artık. Yok bi' şekilde hoşlandığım türü bulurdum yine diye düşünüyorum. Poison'suz hayat mu geçer çünkü?

Yine de yelpazeyi geliştirmek lazım diyorum ve başıyla kıçı çok alakasız olan bu gereksiz ama anafikri mevcut yazıyı noktalıyorum.
Sevgiler.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Gaza geldim.

  • Ben hep komik olduğumu düşündüm. Düşünüyorum da. İnsanlar da düşündürtüyo'. Kelimelerle güldürmek güzel. Hadi gülün.
  • Şimdi ben bu madde zımbırtısını koyunca, sanki böyle mizah dergisinde yazıyomuş hissine kapılıyorum. Sonra da egom biraz tatmin oluyo.
  • Geçenlerde biri formspringime şey yazmış. Şey. Dur lan aynen kopyalıycam. "facebookda payLaşıp durmaktan zevk mi alıyosun ? bi payLaşma duvaRımızı kirlettin . soRulmasından , senle dalga geçilmesinden hoşlanıyo musun ?" Bi an durdum kıza/oğlana hak verdim. Çünkü bikaç tane böyle arka arkaya denk gelmiş bu. Sonra biraz üzüldüm. Utandım falan. Ama baktım sonra bidaha, lan dedim, L'leri büyük yapan bi ibiş mi engel olucak bana? Böylesine de isyankarım. Sonra "Rahatsız olana gelsin." diye bidaha paylaştım. Onun da bir sonraki sorusunda belirteceği gibi, egom tatmin oldu!
  • Bir yazıda iki kere "egosu tatmin olmak" kalıbını kullanmak bence kıyamet alameti gibi. Kelebekler gibi.
  • Geçenlerde ben Bülent Üstün'e mail attım. Bana normalde böyle kocaman bi medeni cesaret geliyo, o anlardan birinde yaptım bunu. Ama cevap atmadı. Tahminen mal mı bu dedi. Şunu bir mizah dergisinde yazma ihtimalim de ona oranlı olarak azaldı.
  • Şimdi ben yemek yedim de, telim hep oynadı. Bence ben tel taktığım için 30 kilo olabilir, bodur bir model bilem olabilirim.

Fantafest

Evet, daha evvelsigün (nasıl yazıldığını bilmiyorum) Fantafest'e gittim. Bir Kıbrıs uğruna Soni'ye gidememenin acısı ise tabi ki çıkmadı ya, neyse.
Konserlerden falan bahsetmiyorum, onlar sıradandı. Şebo'nun sadece kafasını gördük, evet. Kıç kıça milletle, Ceza fanlarıyla. Hoş bir deneyim değildi.
Ben daha çok konser tiplerine değineyim diyorum bu yazıda. Gerçekten çok sık görmediğim bir manzaraydı benim.

Gotik rapçi grubundan bahsedeyim. Bunu okuyan 'milletin tarzı da bunu mu germiş' diyosa, beni geren onu mu germiş?
Şimdi bunlar bi grup geldiler. Benim ilk gözüme batan, sanırım onların elebaşı idi. Saçları kısaydı ve yağlıydı. Tepesi mor-pembe-mavi-beyaz gibi bir renk bulamacı içindeydi, altları ise yurdum insanının çoğu gibi kahverengiydi. Ancak vücudunda o saç rengi ve esmer teni dışında, yurduma ait başka hiçbir iz yoktu. Gözleri çok mat bir mavi lensle renklendirilmişti. O kadar yapmacık duruyordu ki, mavi vazoyu yuvarlak şeklinde kesip taksa daha farklı olmazdı. Emolara daha özgü, dudağının yan tarafının altında -oranın tam neresi olduğunu kestiremiyorum, ama bence siz anladınız- bir piercing vardı. Buraya kadar tasvir ettiğim kısmın gotik tarzla bir alakası yok, ancak devamı geliyor. Elleri siyah ojeliydi ve dantelli eldiveni vardı, benimkinin aynısı. Kurukafalı dantelli mantelli bi' elbisesi vardı. Botları vardı, bağcıklı topuklu. Kafası olmasa gotik olabilirdi. Bide Ceza'da coşkuyla "Fark Var!" diye bağırmasaydı!
O kadar gülünçler ki. Neden kimse onlara görünüşle olmayacağını anlatmamış bu işin? Böyle yaklaşık bi 5 kişilerdi. Biri erkekti yalnızca ve o çok iri, çok şişmandı. Tahminimce dışlanmış o biraz. Kenara itilmiş. Yufka yürekli kızlarımız bunu yanına alıp biraz gotikleştirip baş kankaları, belki de korumaları ilan etmişler. Bu kanıya gözüne sürdüğü göz kaleminden yola çıkarak ulaştım.

Bir ara yere çömdü bunlar böyle. Sigaralarını yaktılar. Ben 15 yaşında olduklarını düşünmüyorum, daha küçük olabilirler. Ağızlarından çıkan sigara dumanına bakarak, çakma-gotikliklerini kanıtlama çabasına giriştiler. Melankolik oldular. Bu sıradaCeza sahnede olduğundan, üşenmeyip izledim sevgili dostlar, evet. Hepsi otururken, biri ayaktaydı onların takımından. Bileği çok ince olan bu kızın orta parmağı hiç inmedi. Bedenini öne iterek, hareketini tekrar tekrar yaptı, ki sahneye dönük bile değildi. Seyircilere stripşov tarzı bir şeyler çağrıştırdığından emin olduğum hareketlerinden tiksindim. Zira, bana da öyle çağrıştırdı.
Böyle tipler vardı işte.

Ama bunun yanısıra, Zeppelin poları giymiş bir genç de gördüm. Eridim. Stairway To Heaven yazıyodu hala üstünde. Bu da çok ironik.

Bu da böyle bir blog olsun.

Merhaba.
Önceden bikaç kişi açtığımız bir bloğun tadı damağımdadır hala. Ama kesmiyor, neyleyeyim.
O blog -ki hoştu o da- öyle kalınca, Deniz dedim, sen bitane daha blog aç. Taptaze farkına vardığın her şey burda bulunsun. Arşiv olsun. İçimde kalmasın. Güzel olsun.
Ki oldu da. Buraya karalayacağım her şey benim için çok önemli değil belki, ama hoş şeyler olacak. Ayrıca 'karalamak' gibi, benim oldukça derin ve manidar bulduğum bir kelime de klavyede yazınca bu denli eğrelti durabilir!
Yazmak benim için hep güzel bir şeydir - desem deee, reklam izlenimi verdiğim için kapatıyorum çenemi. Ne o öyle 'Ben yazmadan duramam. Susuz kalmış çiçek gibi olurum.' ayakları. Yok öyle bi dünya.
Bu da böyle kısa, dandik, kopuk kopuk bir giriş yazısı olsun. Diğer yazılarda sizi gülümsetebilmek dileğiyle.